Son günlerde, ABD ile İran arasındaki nükleer gerilim tırmandıkça, Ortadoğu’daki Amerikan askeri üslerinde alarm zilleri çalmaya başladı. İran’ın nükleer programına yönelik endişeler, Washington’un savaşa hazırlık düzeyini artırmasına yol açarken, bölgedeki askeri personel ve müttefik ülkeler için tehdit algısı giderek yükseliyor. Hali hazırda yüksek tansiyonun hâkim olduğu Ortadoğu’da, her iki ülkenin de yapacağı hamleler dünya dengelerini değiştirebilir. Bu yazıda, ABD ve İran arasındaki nükleer anlaşmazlığın arka planını ve oluşturduğu potansiyel tehlikeleri inceleyeceğiz.
İran'ın nükleer programı, 1970'lerden bu yana uluslararası politikaların merkezinde yer alıyor. 2003 yılında, ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin Irak'a müdahale etmesi sonrasında, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri sorgulanmaya başlandı. Ülke, 2015 yılında altı büyük güçle (İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, Rusya ve Çin) imzaladığı İran Nükleer Anlaşması (JCPOA) ile uluslararası baskılara karşı kendine bir yol çizmişti. Ancak, 2018 yılında ABD’nin anlaşmadan çekilmesi ve yeniden yaptırımlara başlaması, Tahran’ın nükleer programını hızlandırmasını sağladı. Bu durum, sadece İran ve ABD'yi değil, tüm bölgeyi etkileyen bir çatışma ortamı doğurdu.
Gözlemciler, İran’ın nükleer aktivitelerini artırmasının ardında, kendi güvenliğini sağlama ve bölgedeki rakiplerine karşı bir güç gösterisi yapma arzusu olduğunu düşünüyor. ABD'nin izlediği baskı politikaları, İran’ı daha da sertleştirebilir. Bu şartlar altında, her iki ülkenin militarizasyonunu artırması, Ortadoğu’da gerginliği elden bırakmayan bir silahlanma yarışını tetikleyebilir.
ABD, bölgede bulunan askerlerini korumak amacıyla çeşitli güvenlik önlemleri almaya başladı. Ortadoğu’daki üslerde, İran’ın kapasitesine dair endişeler, askeri personelin savunma mekanizmalarının güçlendirilmesine yol açtı. Kriz ortamının etkilerinin en çok hissedildiği yerlerden biri de Irak’taki Amerikan üsleri oldu. Üst düzey askeri yetkililer, gerçekleşebilecek olası saldırılara karşı alarm durumu ilan etti. Bu süreçte, hem istihbarat takibi hem de savunma hazırlıkları üst düzeye çıkarıldı.
Bunun yanında, İran’ın bölgedeki milis güçlerine (örneğin, Haşdi Şabi ve diğer şii milis grupları) yönelik destek vermesi, sadece ABD üslerini değil, müttefik ülkeleri de risk altına soktu. Kopan bu bağlar, her an alevlenebilecek bir çatışma ortamı için zemin hazırlıyor. Kriz dönemlerinde, askeri birliklerin savaşacak hazır halde bulunması, ABD’nin yaptığı 'kırmızı alarm' ilanının ardındaki en temel motivasyonlardan birini oluşturuyor. Askeri ve istihbarat kanallarında yapılan yoğun görüşmelerle, olası bir çatışma ortamının etkilerini minimize etmeye yönelik çabalar sürdürülüyor.
Amerikan merkezleri, bölgede bulunan stratejik üslerden gelen bilgi akışını sürekli güncel tutarak, her an karşılarına çıkabilecek bir tehdide karşı hazırlıklı kalmayı amaçlıyor. Bu bağlamda, savaş uçağı ve insansız hava araçları gibi askeri teknolojilerin kullanımı da önemli bir rol oynuyor. Bu gelişmeler, bölgedeki müttefik ülkelerle iş birliğini artırırken, stratejik planlamaları da zorunlu kılıyor.
Sonuç olarak, ABD ve İran arasındaki nükleer gerilim sadece iki ülkeyi değil, geniş bir coğrafyayı etkileyen bir krize dönüşme potansiyeli taşıyor. Ortadoğu’daki Amerikan üslerindeki alarm durumu, bu konudaki endişelerin ne denli ciddi olduğunu da gözler önüne seriyor. Hem ABD’li yetkililer hem de İran hükümeti, önümüzdeki günlerde atacakları adımların dünya güvenliğine nasıl etki edeceğini çok iyi biliyor. Zira, bir savaşın kuvvetle muhtemel olması, sadece bölge halkı için değil, tüm dünya için ciddi sonuçlar doğurabilir.